HİRA VE OKU EMRİ?
Hira Mağarası'ndaki ilk İlahi buluşmada OKU emrine muhatap olduğunda BİLMİYORUM demişti ya o "Âlemlere rahmet" olan kutlu Nebi (sav). Bu aslında Rahman'ın bir öksüz ve yetimin tertemiz vicdanından dünyaya SON KEZ haykırışı olan SON Nübüvvet halkasının İLK beyanı idi ; "BİLMİYORUM” ALEMLERE rahmet olarak müjdelenen O bile BİLMİYORUM ile başladıysa bu İlahi buluşmaya, iki kelam okuyup BİLİYORUM iddiasına bürünmenin şeytaniliğinden SANA SIĞINIYORUM RABBİM !Çünkü biz BİLMEK iddiasıyla küstahlaştık! Bu yüzden de SON İLAHİ KELAM mehcur kaldı. Evet, eksiğim, eksiğiz ama ne kadar eksiğiz. Neden bu eksiklerin farkına varamıyoruz. Dibi delik heybemizle; her kailimizi yalanlayan halimizle neden bu eksiklerimizi göremiyoruz.Sosyal Medya sayfalarımı kurcaladım. Üç beş yemek paylaşımı, birkaç siyasi / ideolojik paylaşım dışında binlerce hadis ve ayet paylaşımı, Kuran tefsirleri, Kuran mealleri almış başını gitmiş. Başımı ellerimin arasına aldım dakikalarca. Madem bu kadar çok biliyor isek biz neden bu haldeyiz.Saf- Süresi/ 2. Ayet yankılandı kulaklarımda;Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz?”Namaz kılıyor muyuz? Evet! Ama sanki aldığımız abdest sadece uzuvlarımızı temizliyor ve kalbimizin kirini pasına ulaşamıyor. Oruç tutuyor muyuz? Evet ! Sanki tuttuğumuz oruç sadece aç kalmaktan ibaret kalıyor. Hac ve Umre’ye gidiyor muyuz ? Hem de defalarca.. Yanı başımızda komşumuz aç iken, akrabamız sefil iken üstelik. Ya zekat… Onu da veriyoruz . Üstelik kırkta bir hem de . “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, De ki; ihtiyacından fazla her şeyi…” ayetine rağmen. Kuran-ı Kerim’in nüzul sırasına göre ilk 23 ayeti ısrarla zenginliğe karşı çıkmasına rağmen. Sosyal adaleti haykırmasına rağmen. Kuran-ı Kerim’de zenginliği öven ve teşvik eden tek bir ayet olmamasına rağmen.Cüzler dağıtıyoruz, hatimler indiriyoruz, hâsıl olan sevabı ölülerimize bağışlıyoruz (!) Peki, mesajından, içeriğinden ne anladık, ne anlıyoruz? Okuduğumuz İlahi k elam bize ne anlattı? Sofralarımızda hiç fakir / fukara oturttuk mu? Bir yetimin başını okşayıp onu bir oyuncak / bir çikolata ile bile olsa güldürebildik mi? Girdiğimiz alışveriş / tüketim çılgınlığı içinde onların payı ne kadardı? Adım başı gördüğümüz perişanlık ve sefalet içinde yüzen; yerleri, yurtları başına yıkılan mülteci kardeşlerimizden kaçı konuk oldu sofralarımıza? Ya da kaçının erzak ihtiyacına uzandık? Kaçının evinde / çadırında / barınağında / kampında onlarla birlikte iki lokma soktuk kursaklarımıza? Yetim yurtlarını ziyaret edebildik mi? Ya gözleri her an kapıda yaşadıkları o zemheri yalnızlığı iliklerine kadar solumuş yaşlı insanların bulundukları huzur evlerini?Sahi bugün Hz Peygamber(sav) gelmiş olsaydı bize ne diyecekti? Allah’ı mı anlatacaktı yoksa bugün BM verilerine göre dünyada “1,5 milyar insanın neden aç olduğunu” mu soracaktı? İnsanların ezici bir çoğunluğu yiyecek kuru bir ekmeğe muhtaç iken TÜİK verilerine göre çöpe attığımız günlük 7 milyon ton ekmeğin hesabını bize sorar mıydı sizce? Camilerde yan yana tutulan safların neden dışarıda olmadığının cevabını nasıl verirdik sizce? Her cemaat namazı sonrası dönüp “ihtiyacı olan var mı” diye sorduğu sünnetinin neden kaybolduğunun hesabını verebilir miydik? Her yıl Kurban Bayramı’nda kesilen 33 milyon ton civarında kurban etine rağmen Suudi Arabistan’ın hemen 2 saat ötesindeki Sudan’da insanların, çocukların, bebeklerin açlıktan ölmesini izah edebilecek birilerini bulabilir miydik dersiniz? Emin olunması gereken, kol kanat germesi gereken Müslümandan gayr-i Müslime sığınan mülteci kardeşlerimiz için bir bahanemiz olacak mıydı? Zulme, haksızlığa, ölüme, acıya renk, dil, din, ırk, mezhep bürüdüğümüzün ; “oh be bizden değilmiş” diye rahatlayan vicdanlarımızın hesabını da sorar mıydı sizce? En büyük sünnetleri merhamet, rahmet, şefkat, duygudaşlık ve her kesimi kucaklama iken sadece sakala, sarığa, misvaka indirgediğimiz sünnetleri?Yazacak o kadar çok şey var ki aslında… Ama aklım tutuluyor evet… İslam toprakları cayır cayır yanıyorken; bugün dinin olduğu her yerde kan varken, barut kokuyorken, mazlumların feryatları arşı yırtıyorken, analar ömür boyu iki resim karesine mahkûm ediliyorken, yetimlerin sahipsizliği her geçen gün büyüyorken, TÜİK verilerine göre huzurevlerindeki yaşlı sayısı son 5 yılda yüzde 540 artmış iken. Her yıl istisnasız- Hz Peygamber’i özlüyorum diyerek umreye gidenlere… Beşinci, altıncı hatta yedinci kez Hacc’a gidenlere…“Pişirdiğiniz yemeğin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz” Nebevi ikazına rağmen hamilesi, canı çekeni, imkanı olmayanı, eli uzanmayanı yok sayarak boy boy yemek resimleri paylaşanlara, Merhameti, rahmeti, hukuk ve adaleti bir tarafa atarak bu dini sadece namaz, oruç, hac ve yoksula iki kuruş ibaret görenlere… Doğan her bebek için bir damla fazla yağmur yağdıran, bir tutam buğdayı fazla yeşerten Rahman’a rağmen mal üstüne mal biriktirenlere… Hayatında sahip olduğu bir iğnenin dahi bir hibe değil bir emanet olduğunu idrak edemeyenlere … Aklım tutuluyor…Eksiğiz Ya Resul Allah…Eksiğiz… Yokluğunda seni özledik. Sana değen rüzgârı, seni örten bulutu özledik. Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik . Yokluğunda seni özledik. Sana değen rüzgârı, seni örten bulutu özledik. Özlemeyi, özlenilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik . Aşkı, gözyaşını, müsamahayı, ahlâkı, adabı, ihsânı, irfânı, iz’ânı, ferâseti, basireti, şecaati, celâdeti, adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik. İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hürmeti, devleti özledik. Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehalet mektebimiz, atalet fıtratımız, hamakat şöhretimiz, ihanet sıfatımız, küffar velinimetimiz oldu. Sen kendini “abduhu ve rasuluhu: O’nun kulu ve elçisi” olarak takdim etmiştin. Sana iman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan “kurtarıp” melekleştirerek hayattan dışladılar. Bu ifrata karşı başka bazıları da tefrite sapıp seni “güzel örnek” olmaktan çıkarıp bir “postacı”, bir “ara kablosu” seviyesinde görerek hayattan dışladılar. Bunların hepsi sana iman ediyordu. Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ıstırabını çektirdiler bize. Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbir şeyi değiştirmedi.Allah seni “güzel örnek” olarak gösterdi. Sen, Kuran’ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin. Tıpkı bir annede spermin insana, bir ağaçta suyun meyveye, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu.Allah ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla “kitabı, kitapları örnek göstermekte direndiler. Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi örnek edinmekle, canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu? Kitapsızlıktan değil “peygambersizlikten” kırıldık. Yokluğumuz peygamber yokluğu. Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretini çekiyoruz. Çocuklarımız peygamberi sorunca “evladım onun ahlâkı tıpkı falancanın ahlâkı gibiydi” diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az. İnsanlık destanıyla yaşıt olan uzun vahiy sürecinde birçok kitapsız peygamber gelmişti de, bir tek “peygambersiz kitap” gelmemişti. Sayemizde yaşlı dünya ona da şahin oldu , Peygambersiz Kitab’a, Muhammed aleyhisselâmsız Kuran’a da şahit oldu.Şimdi Kuran mahzun … Kuran öksüz. Kuran mehcur… Seninle Kuran’ın arasını ayırdık, etle tırnağın, tohumla toprağın, anayla evladın arasını ayırır gibi. Gel de bir bak ya Resul Allah, bu mazlum ümmetin hal-i pür-melaline. Bıraktığın din tanınmaz hale geldi, bıraktığın sitenin harabelerinde baykuşlar tünedi. Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın. "Bir" olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu. Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık ya ResulAllah. Nebevî mirasın irfanî ve ahlâkî boyutuna bir hizip, ilmî ve fikrî boyutuna bir başka hizip, siyasî ve harekî boyutuna ise daha başka bir hizip sahip çıktı. Yüzyıllardır tüm bu hizipler, ellerindeki parçanın “bütünün kendisi” olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler. “Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.” Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup “hak benim” dedik ya ResulAllah. İsrailoğulları peygamberlerini katlediyorlardı. Biz de senin güzel hatıranı, emanetini, adını ve sünnetini katlettik. Seni katlettik ya ResulAllah. Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar. Kimilerimiz için de sen hiç doğmadın. Onlar hep senden mahrum yaşadılar. Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler, yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar ya ResulAllah? Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz... Bize kırgın mısın ya ResulAllah? Muhammed Rıdvan Sadıkoğlu.